Sayfalar

14 Mart 2010 Pazar

Fenerbahçe'nin bir Uluç'a değil, acilen bir asbaşkana, asbaşkanlara ihtiyacı var

Mosturoğlu, “FB’nin bir Hıncal Uluç’unun olmamasından” yakınmış.
Yuh!
Bana bu yuh!
Ya babam Mars’lıydı, ya anam herhalde!
Sakladılar benden!
Herhalde!
Bu kadar mı uyuşmaz kafam dünyalıyla?
***
Mosturoğlu’nun ya kafası iyiydi o gün, ya da kafa buldu bizle.
Herhalde!
Bu bir!
Bu lafı bir GS asbaşkanı söylese, FB’li ortalığı birbirine katardı.
Kendi asbaşkanları söyledi, gıkları çıkmadı.
?
Bu iki!
FB’de ne ararsan var, bir ‘yok’ yok zannederdim.
Yanılmışım!
Uluç’ları yokmuş!
Bunu hiç sıkılmadan söyleyen de asbaşkanları.
Ve...
FB’nin başkana maşkana, yöneticiye möneticiye ihtiyacı olablir...
Santrfora, 10’a, stopere, beke filan da...
Hocaya mocaya falan da...
FB’nin Uluç’umsu birine ihtiyacı olmaz, olmamalı, olursa ve de bunu bizzat asbaşkan söylerse...
Burdan ‘Marslı bakışıyla’ şunlar çıkar;
FB’nin Uluç’tan önce bir asbaşkana ihtiyacı var.
Bu bir!
Diğer asbaşkanların da gıkı çıkmadığına göre, bir sürü asbaşkana da ihtiyacı var.
Bu iki!
Yöneticilerden de ses yok.
Ya sesleri çıkmadı, ya çıkamadı...
İkisi de aynı kapıya çıkar!
Yeni yöneticilere de ihtiyacı var FB’nin.
Bu üç!
Bir FB asbaşkanı, her FB asbaşkanı gibi başkanının haberi olmadan konuşmaz, konuşamaz.
Yani;
FB’nin yeni bir başkana da ihtiyacı var!
Bu dört!
Mosturoğlu konuştukça batmış.
Bu da beş!
Bir bir yorumlayalım;
FB’nin hakkını savunmak, tedavülden kalkmak üzere olan demode bir medyacı modeline, Uluç’a kalmışsa...
Allah’a kalmış!
Bu bir!
Marka değeri dillerinde, markaya en çok zarar veren, provaktif, sonu fos çıkan komple teorici, desteksiz sallamacı, demode Uluç modeline sarılmaları ne iş?
Herkes Mersin’e, FB tersine mi?
Bu iki!
FB veya diğerlerinin hakkını savunmak, doğru dürüst medyacının üzerine vazife mi?
Savunan, tribüne şirin olmak istiyor, onları, bu modeli de adam yerine koyan yok!
Bu üç!
GS’lıyım, aklımdan geçmez GS’ı savunmak, başkanı, yönetimi, üyeleri var.
Onlar savunsun!
Bana ne!
Bu dört!
FB başkanı kulüpler birliğinin de başkanı, FB’nin, haklarını medyadaki Fenerlilerin savunmasını istemesi, diğer başkanların da kendi medyacılarından bunu istemesi durumunu oluşturur.
Kaosun feriştahı olur.
Ne dediğinin farkında mı Mosturoğlu?
Bir yönetici bu kadar sorumsuzca niye konuşur?
Bu beş!
Uluç, 90 Dakika’yı Aziz Bey’in kaldırttığını söylüyor, sonra NTV’nin bir kanalında, utanmadan sıkılmadan kahkahalar atarak program yapıyor ve oradan aldığını afiyetle yiyor.
Böyle bir modele nasıl ihtiyacı olur FB’nin?
Bu altı!
Yoksa Aziz Bey mi kaldırdı?
FB, istediği anda ordan alıp buraya koyabileceği, konduğu yerde de sesini çıkarmadan program yapabilecek bir yorumcusu olsun mu istiyor?
Mosturoğlu söylediklerinin nerelere gittiğinin farkında mı?
Bu yedi!
Uluç’un GS’a avantaj sağlaması konusuna gelince...
Bizim dünyadan da ‘bi haber’miş Mosturoğlu...
O sadece kendine çalışır, sadece kendine avantaj sağlar!
Bu sekiz!
Son bir şey...
Aman dikkat, Uluç Brezilya’lı futbolcular gibidir.
Bir Uluç ‘olmazsa olmazdır’.
Olmalıdır!
İki Uluç...
Aman aman!
Üç Uluç mu?
Aman aman aman!
Daha fazlası mı?
Aman aman aman aman!
Anladikos?
***
Sadede gelirsem;
Kulüplerin, başarısızlıkta başvurduğu ‘haksızlıklara uğruyoruz’ şeklindeki ezik, arabesk, ağlak tarz, akıllı, kafası çalışan taraftarı, kulübünden ve futboldan soğutuyor.
Müşteri kaçıyor!
‘Marka’nın en büyük düşmanı bu yönetici tarzı!
Yemiyor da kimse!
Mosturoğlu gibi akıllı, çağdaş birinin, kendisinin de inanmadığı şeyleri söylemek durumunda kalması kendi taraftarını, kendi vatandaşını da hiç tanımadığını gösteriyor, bu kadar salak değil kimse.
***
Uluç’un, Mosturoğlu’nun dedikleri için dedikleri var bir de...
Üzerinde durmaya değmez!
Daha önce dedikleri gibi...
Fasa fiso!
Onu da çözdü bu millet artık.
Çözüldü usta!
Bana sürekli attığı ‘taciz SMS’ lerini sağa sola ilk gösterdiğimde “koca adam atmaz bunları, inanmam” diyordu herkes.
Dün son attığını gösterdim birine.
“Uluç mu attı” dedi.
***
Nokta!

BİLGİN’DEN
Hayatımda tanıdığım en yumuşak insana, her an gözümde tüten pamuk gibi o kadına...
Rahmetli anneme...
Bana hem ablalık, hem de annelik yapan o üç kanatsız meleğe...
Ablalarıma...
Tanıyıp tanıyabileceğim en hoş, en zarif, en güzel o anneye...
O’na...
Kadınlar gününüz kutlu olsun!
***
Sonuncuya minicik bir ilave daha;
SS!

TSYD’YE, JÜRİLERİN BEĞENMEDİĞİ YAZILAR –YAZARLAR ADINA

TSYD yarışmalarına yıllardır yazı göndermiyorum.
Bu yıl da göndermedim.
Bir kere ‘fi tarihinde’ Ercan’ın ve Milliyet’in ısrarı ile zorla gönderdim.
İlk 40’a mı, ilk 50’ye mi ne bile kalamadım.
Ha ha!
Anama küfretseler daha iyi.
***
Yazılarımın başkaları tarafından değerlendirilmesi ya da değerlendirilememesi hoşuma da gitmiyor...
Bizim model de pek gitmiyor oralarda...
Filan falan...
***
Geçen seneydi galiba...
Bazı dallarda jüri birinciliğe ikinciliğe üçüncülüğe layık eser bulamadı.
Bir dalda da ön jürideki hazretler, büyük jüriye sunacak değerde eser bulamadı.
Victor Hugo, Dante filan var ya jüride...
Birlerinin bir masanın etrafına kurulup yazıları değerlendirmesi saçma ve manasız geliyor bana.
Bu ülkenin sporunun, jürilerin kafasına uymayan, ters gelen yazılara ve yazarlara da ihtiyacı var.
Hem de fena halde!
***
Bizim Ercan’ı, Meleke’yi, bu yılki yarışmada kazandıkları ödül için tebrik ediyorum.

6 Mart 2010 Cumartesi

Bogdan-Turgay, bu defa hedef 2020

Yine Bogdan-Turgay!
Mecburen!
5-6 ay bir şey kaldı 2010’a!
Son’a!
Ve tabii ikisinin sonuna!
Sonra...
Soğan doğra!
Biri evine kaçacak...
Diğeri FİBA’daki abilerine sığınacak...
Evlerindeki Aziz Yıldırım fotoğrafı babalarınınkinden daha büyüktür herhalde!
Bahçelerinde heykeli var mıdır?
Vardır!
Herıld yani!
Ve...
Bir, bir buçuk, hatta iki nesli yok etti bu ikisi, onları hiç unutmayacağız!
***
Bogdan-Turgay sayesinde 2000’in başında bir araya gelen uluslararası şampiyonlarda finaller oynayabilecek, şampiyon olabilecek değerli bir oyuncu grubunu hiç bir şey kazanamadan çöpe attık.
Duygularını, kişisel hesaplarını işine karıştıran, sırtını birine dayamadan ayakta duramayan bir TBF başkanı ve Bulgar levası durum vaziyetinde sadece ‘içerde’ geçerli demode bir koç...
Aslanlar!
Turgay’ı başımıza bela eden Aziz bey bu duruma son verebilirdi, getirdiği gibi götürebilirdi onu, o da basketbolla kel alaka maalesef ve Bogdan-Turgay tarafından fena ketenpereye getirilmiş, yanlış yönlendiriliyor.
Uslu da uzaklaştı bu işlerden...
Bu milli takımı ve Ülker’in para akıttığı bu FB’ yi uluslararası her turnuvada bu kadar perişan etmeyi becerebilmek zor değil, imkansızdı.
İmkansızı başardılar!
***
Bogdan Milliyet’e, Ümit’e konuşmuş.
Bundan sonra FB’den gönderilenleri cehennemin dibine gitse bulup konuşturan Mehmet Çiftçi’ye konuşur herhalde.
Milliyet’te bir fotoğraf var.
İlk defa böyle bir şey gördüm.
Sadece Aziz bey ve Turgay eksik röportajda!
Maaile gelmişler.
Asistanı bir yanında, diğer yanında SSCB Politbüro’sundan ‘başkanının kulağı’ komünist parti komiseri vaziyetlerinde Nedimov...
Koçun kendisi karakutu malum, Aziz beyin bir kaç oyuncuyu koça rağman takımda tuttuğu, Demirel’in hoşlanmadığı bazı oyuncuları milli takıma aldırtmadığı mahallede çamaşır giden kadınların bile dilinde bu günlerde...
Nedimov Karakaşenko karakutunun yanında nöbette!
N’olur n’olmaz!
***
Söylediklerine gelince...
2010 da sözleşmesinin bittiği bir gerçekmiş, gelişmelere bakmak lazımmış.
Şimdi;
Yeniden uzatılır o sözleşme, bu federasyon, bu milli takım Aziz beyin ve Turgay’ın babalarının federasyonu ve milli takımı nasıl olsa, uzatırlar, takmasın kafasına.
Bu bir!
2005 ve 2007 Avrupa şampiyonlarında gelişenlerden daha kötü bir şey gelişemez 2010 da, daha rezalet ne gibi bir durum olabilir?
Koç ‘artistlik’ yapıyor, geçiniz!
Bu iki!
Yıldız oyuncu tanımına inanmıyormuş, bu ifadenin kullanılacağı tek ismin Michael Jordan olduğunu söylemiş.
Patronunu unutmasın!
Demirel’i!
Esas oğlan o!
Herkes vazgeçilebilir, Okur bile, tek vazgeçilmez o.
Bu bir!
20 yılda bu kadar kepazemtark durumlar oldu, hala o koltukta oturuyor.
En büyük yıldız ve en büyük oyuncu o!
Bu iki!
Milli takımı yenileştirmek, gençleştirmek ve 2010 ‘a hazırlamak en büyük hedefiymiş.
Palavros!
O geldiğinde Milli takım yeniydi, gençti ve hazırdı, o takımı şampiyon yapsın diye getirildi, yarının milli takımın kursun diye değil.
Bu bir!
Yarının takımı palavrası altında patronunun ve kendisinin yarınını kurdu, o şahane takımı yok etti.
Bu iki!
Yarının yarını da var,2020 mesela...
Utanmaları sıkılmaları yoksa, ki yok galiba, hedef 2020 olabilir.
Bu üç!
Komşumuz dünün dünü çocuk doğurdu,50 cm mi ne!
Bir baksınlar!
2030’a pivot mivot lazım mı?
Bu dört!
Turgay’ın büyük bir güveni varmış ona, bu sorumluluğunu arttırıyormuş, onun işine saygı duyduğunun da bir göstergesiymiş, arkadaş ilişkisinin yanı sıra profesyonel olarak da ilişkileri ve birbirlerine saygıları varmış, bu saygıya o da saygı duyuyomuş ve aynı saygı FB’den de geliyormuş.
Kendini daha şarj edilmiş gibi hissediyormuş.
Kafa buluyor bizle herhalde ve sadece bir kelime;
Yuh!
İki kelime gerekirse...
Yuh yuh!
Maç içinde değişiklik yaparken üç dakika sonrasını değil, 40 dakikalık süreyi, daha sonrasını, bir sonraki maçı, bir sonraki yılı düşünürmüş.
Bunu biliyoruz, çoktaaaan çakozladık!
İstanbul is İstanbul, hele cepte iyi bir sözleşme varsa, buraya gelip 2010’a kadar kalmanın planlarını yapmaya başladığında çakozlamıştık bunu!
Şampiyon olmamak başarısızlık değilmiş?
Doğru, bence de değil.
Sonuncu olmak başarısızlıktır ama.
Tek rakibi vardı zaten.
Efes!
O birinci oldu!
İkinci olmadılar, sonuncu oldular!
Bu bir!
Milli takıma gelince,2005-2007 de başarısız filan olmadık, kepaze olduk!
Bu iki!
Ve şunlar;
2010 da ilk dört içine girersek başarılı sayılırmışız, final oynamak çok daha büyük bir başarı sayılacakmış, ilk 8 içine giremezsek de bu başarısızlıkmış.
***
En iyisi “he”demek!
He he!
***
Dışardan bu kadar mı salak gözüküyoruz?
Herıld!
RADYOSPOR’DA BİR TELEFON BAĞLANTISI
Barış Ertül;
-Guiza düşürüldüğünde bariz gol pozisyonundaydı, hakemin Belediye’li futbolcuya kırmızı göstermesi lazım, sarı kart yanlış.
Dinleyici(oto sanayide elektrikçi);
-Barış bey karar doğru, Guiza’ya atılan hiç bir top bariz gol pozisyonu olmaz, sarı kart normal.

DOS SANTOS FLORYA ‘DA DOLAŞSA 500 BİN EDER
Dos Santos
***
Babası Brezilyalı!
Anası Meksikalı...
Melez!
Manevi babası Surinam asıllı bir Hollandalı!
Üstelik Rijkaard!
Karışıma bak!
Bitmedi!
20’sinden gün ya yeni almış ya almamış..
19 yılında Brezilya -Meksika-İspanya-İngiltere filan var...
***
Dos’un bu kadarına bile yılllık 500 bin veririm, euro, dolar, yen, dinar fark etmez, gerisi olmasa da olur!
Ki...
Var!
Gerisi de var...
Barcelona alt yapısı filan da var!
Barcelona A takımı falan da...
Bir Barcelona maçında 3 gol atmışlığı bile var.
Mesela Ronaldinho ile yemiş içmişliği de...
Bitmedi!
Meksika milli takımı da var...
İngiltere deki filan falan takımlar da...
Daha ne olsun!
Bitmedi!
Portekizce, İspanyolca, İngilizce, bu dillerden türeyen diller filan da var!
Bu ülkelerin mutfağı, kültürü, osu, busu, şusu da...
Uluslararası ilişkileri milişkileri, dostları, arkadaşları da...
***
Burada futbol oynamasa bile yıllık 500 bin eder.
Euro, dolar, yen, dinar fark etmez!
Florya’da dolaşsa yeter.
Sabri ile konuşsa filan...
Anlatsa...
Falan...
Arda ile aynı odada kalsa...
Falan...
Filan falan!
Anladikos?
***
Futbolculuğuna daha gelmedim.
Gelmeyeceğim de...
***
Dos’un sadece futboluna takılıp şipşak ‘fos’ diyenler var ya, esas fos onlar ve dünya, hayat teğet geçmiş onlara.
***
Nokta!

27 Şubat 2010 Cumartesi

Denizli'de Denizli'ye karşı 'sistem gereği' oynamayan Anelka Milano'da İnter'e karşı oynadı

Şu Anelka ve hikayesi...
Komikos oğlu komikos!
Her sistemde, her takıma her sisteme karşı oynuyor ve bu bizim fos yorumcu tayfasına fena halde kapakos olsun!
Daha dün Milano’da İnter’e karşı Ancelotti’nin sisteminde de oynadı.
Hem de ilk 11 de...
***
O dünlerde bizim statükocu, demode, playstation yorumcusu tayfa her hafta, ”bu sistemde Nobre oynar, Nobre oynamazsa Semih oynar, Anelka oynamaz filan“ dedi.
Seyirci istedi diye Bursa maçında Guiza’yı oyundan alan oportunist Daum, maçtan sonra başına iş almamak için Denizli’de oynatmadı Nic’i.
Nobre 11’de başladı.
Semih 60 küsurda mı ne girdi.
Nic de 70 küsurda mı ne...
Belki de 80 de...
Sonra...
Şampiyonluk gitti!
Uluslararası piyasada en çabuk paraya çevrilebilecek, diğerlerinden farklı tek oyuncusu vardı.
O!
Oynatılmadı!
Sistem gereği!
Sonra...
Daum yol verildi, doğru dürüst alıcı çıkmadı, üç paraya bilmem nereye gitti, Nic ise lokum bir sözleşme ile Bolton üzerinden Chelsea’ye...
Bitmedi!
Sonra FB, bu Daum’u 3 sene şampiyon yapsın diye geri getirdi.
Üstelik senelik 3,5 mu ne ödüyor...
Euro!
Küçük bir detay belki ama...
Nic, euro, dolar gibi, her yerde geçiyor, Daum eski ‘Bulgar Leva’sı gibi’...
Sadece ‘içerde’ geçerli!
Fenerbahçe’de!
Bu bir!
Bizim anaların karnından, istisnaları saymazsak, uluslararası futbolcu, hoca, hakem filan hiç çıkmaz, ne hikmetse, hep uluslararası yorumcu çıkar.
Bu iki!
Uluslararası futbolcumuz, hocamız, hakemimiz, takımımız filan yok ama uluslararası yorumcumuzun sayısı, elimi sallasam yorumcuya çarpacak durum vaziyetlerinde.
Bu üç!
Analarımızın karnından bu kadar bol futbol bilmişi çıkmasının sebebi analarımızın sütü herhalde.
Bu dört!
Bize gelmeden önce ve bizden gittikten sonra her takımda ve her sistemde oynayan sadece burada ‘sistem gereği’ oynayamayan ve oynayıp oynamaması her hafta tartışılan Anelka’nın durumunda bir arıza yok mu?
Var!
‘Bizim sistemde’ arıza var!
Löw’ün ‘futbola yakınlıkları Türkiye’nin, Avustralya’ya yakınlığı kadar ‘ dediği analarının karnından ‘yorumcu’ çıkan bu arıza zevat bu arızalı sistemde çok çabuk da ürüyor.
Bu beş!
Bizim kerameti kendinden menkul yorumcu tayfası, istisnaları hariç, sadece bu sistemde yorum yaparlar, bu sistemin kıymetini bilsinler!
Bu da altı!
***
2010 Milano...
Cech-İvanoviç-Carvalho-Terry-Lampard-Mikel Obi-Ballack-Malouda-Drogba-Kalou ile ilk 11’de Nic!
2006 Denizli...
Rüştü-Serkan-Önder Turacı-Luciano-Ümit-Mehmet Yozgatlı-Aurelio-Appiah-Tuncay-Alex- Nobre ilk 11’de...
O yok!
Sistem gereği!
Turacı-Yozgatlı ilk 11’de.
O yok!
Ve...
Yiyim böyle sistemi!
Bitmedi!
Nic, Chelsea’de Hiddink’in sisteminde de oynadı, Scolari’ninkinde de...
17’sinde Arsenal’deydi...
18’inde Arsenal’in, 20’sinde Real Madrid’in sisteminde oynadı.
PSG ‘nin sisteminde de oynadı, Liverpool’unkinde de...
Manchester City‘nin sisteminde de...
Fransa Milli Takımı’nınkinde de...
Bitmedi!
FB’den sonra Bolton’a gitti, Bolton’un sisteminde oynadı.
Çok gol attı.
Kral oldu!
Chelsea 20 milyon mu ne verdi, aldı.
4,5 yıllık sözleşme yaptı.
Hala oynuyor.
Oynar...
Oynayacak...
Nobre, Semih yok orada...
‘Bizim sistemler’ de...
‘Bizim arızalar’da...
***
Dün kanalları gezerken bu arızalardan birini FB’yi yorumlarken yakaladım, ”bu sistemde Guiza oynamaz Semih oynar“ diyordu.
Hala aynı yerde!
***
İnsan bir milim bile mi ileriye gitmez ya?

ADNAN ÖZTÜRK LİSECİ-LİSELİ YAZILARIMA NİYE ALINIYOR
Adnan Öztürk ‘liseci-liseli’ yazılarıma alınmışmış.
Niye?
***
Şöyle yazmışım;
...Lise’lerinden olmayan Galatasaraylı’yı ‘zenci’, kendilerini kulübün sahibi gören ‘beyaz liseci-liselilere’ sulanıyorum yıllardır.
GS küçük fotoğraf, büyük fotoğrafta bu ülke var ve ülkenin kaderini bile etkiliyor bu çağdışı bakış açısı.
Ne Lise’ye ne liselilere lafım yok, olmaz, olamaz, bu haddim değil, geri kalan liseliler de benim gibi düşünüyor, bu zevattan en az benim kadar yaka silkiyor zaten.
GS’ın önündeki en büyük engel bu kafa!
Hemşehricilik, particilik, kendinden olanı kollamacılık, hamili kart yakınımdır’cılıktan çok çekmiş ve hala çeken bir milletin bir evladı olarak tuttuğum takımın hem de batıya yakın denileninin içine çöreklenmiş bu kafatasçı, kayırmacı kafa bütün ayarımı bozuyor...
Ne var bunda?
Adı geçmemiş, A’sı geçmemiş Öztürk’ün, hakkında olumsuz bir düşüncem de yok!
Her GS yönetiminde olması gereken biri!
Onun gibi uluslararası ve iyi eğitimli bir profesyonelin altına imza atması lazım bu bakış açısının.
Hiç bir GS Başkanı’ndan ve etrafından duymadığım, alışık olmadığım ‘bel altı’ tepkileri son günlerde bir GS Başkan adayının yakınındakilerden duymak şaşırtıyor beni.
Ayrıca...
Lise’nin sahibi mi, liseci-liselilerin sözcüsü mü?
O da mı bir ‘amansız liseci-liseli’?
Eyvah mı?
Polat’ın da içinde olduğu önceki yönetim için bu köşede olumlu tek yazı yazmadım ve neler yazdım neler, patronumun kardeşi Murat Yalçındağ, Polat’ın ve Üstünel’in en yakınındaki kişiydi, ne o,ne de patron gık bile demedi!
Böyle gördüm ben.
Bu kadar alıngan olmamalı Öztürk!
Alman liseliyim, bireyciyim, biri “Bu Alman Liseliler şöyle böyle“ filan dese gülüp geçerim, ‘şöyle böyle’ değilsem, bana ne!
***
Nur Danişmend bu ülkeden çıkabilecek en ideal federasyon başkan adayıydı.
Hem basketbolcu, hem birinci sınıf basketbolcu, hem sporcu ruhuna sahip, hem profesör, hem iyi bir aile babası filan...
Bitmedi...
Scooteri de var ve her yere onla gidiyor!
Daha ne olsun.
Bir şanstı basketbol için.
Aday oldu.
Etrafını Demirel’le hesabı olanlar sardı, hatta sarrrdı.
Şer cephesi oluştu.
Demirel düşmanı olan bana bile Demirel o seçimde ilk kez sempatik geldi.
Nur abi kaybetti.
Basketbol kaybetti!
***
Öztürk’ün etrafında da ‘şer cephemsi’ bir şekillenme var.
Farkında mı?
Polat’la bir şekilde hesabı olan veya Polat’ın o, bu, şu sebepten önünü kestiği bir sürü insan onun yanında saf tutuyor.
***
Sevgili-sayın Öztürk...
Polatçı filan değilim, kimseci değilim!
Sadece şu;
‘Beyaz Galatasaraylılar’ ona karşı birleştikleri için bir ‘zenci Galatasaraylı’ olarak sempati duymaya başladım Polat’a!
Hepsi bu!
***
Anladikos mu?